Antik olimpiyatlar sadece spor oyunları mıydı?
“Olimpia kutsal bir bölgedir. Buraya silahlı olarak girmeye cesaret eden, tanrıya karşı günahların en büyüğünü işlemekle damgalanacaktır. Böyle bir kötü davranışın öcünü, gücü yettiği halde almayanlar da tanrısız sayılacaktır”. (Olimpia’da Hera tapınağında saklanan ve kuralların kazındığı diskten)
Antik olimpiyatların kökeni ve ayrıntılarına geçmeden önce spor olgusunun insanın yerleşik düzene geçtiği dönemlere dayandığını ve yüzyıllardır yapıldığını, olimpiyat programında yer alan sporları Grek uygarlığının keşfetmediğini belirtmemiz gerekiyor. Bu bölgede daha önce bulunan Girit-Miken Kültürü’nde de spordaki aristokrat ve yarışmacı temellerin görüldüğü, fiziksel güç ile performansa büyük önem verildiği, sportif karşılaşmalara uygun bir ortamın olduğu araştırmalarla ortaya konulmuştur. Bu yarışmacı aristokratik yapının Mısır ve Anadolu toplumlarının spor kültürlerinden beslendiği noktasında da görüşler vardır. Yalnızca bu bölgede değil, dünyanın pek çok yerinde binlerce yıldır kurallı oyunlar ve sportif mücadeleler, toplumsal yaşamda önemli bir yere sahipti. Asya’nın kadim toplumları Çin ve Türk uygarlıklarında da erken dönemlerde sportif karşılaşmaların yapıldığı bilinmektedir.
Sporun farklı bölgelerde binlerce yıldır yapılıyor olması, insanlık tarihinin bu en önemli ve uzun soluklu organizasyonunun değerinden hiçbir şey kaybettirmemektedir. İlk düzenlendikleri tarihten itibaren olimpiyatlar, dini, toplumsal, siyasal, ekonomik, edebi etkileri ile insanlığın barış içinde düzenleyebildiği ve yapıldığı bölgeye ayrıcalık kazandıran en önemli kültürel olgulardan biri olmuştur.
Eski Yunanlılar, dini inanışları gereği tanrılar adına çeşitli tören ve şenlikler düzenlerlerdi. Tarihin ilk örgütlü spor karşılaşması olarak kabul edilen Antik Olimpiyat Oyunları’nın başlangıcı bulgulara göre, M.Ö. 776 yılına kadar gitmektedir. M.S. 393 yılında Roma İmparatoru I. Theodosius’un kapatma kararına kadar, dörder yıllık aralarla 292 kere tekrarlandığı genel kabul görmektedir. Ama bu bilgilere de ihtiyatlı yaklaşmak gerektiğini ifade etmeliyiz. Tarihçilerin ve antropologların olimpiyatlarla ilgili şüphe duymadıkları nokta ise oyunların dinsel kökenli olduğu ve Tanrıların Tanrısı Zeus adına yapıldığıdır.
Dinsel kökenli oyunlar yalnızca Olimpia Oyunları ile sınırlı değildi. Zeus adına yapılan bir diğer spor şenliği ise ismini yapıldığı bölgeden alan Nemea oyunlarıydı. Bunun yanı sıra Güneş Tanrısı Apollon’a adanan Phytia Oyunları ve Denizler Tanrısı Poseidon adına düzenlenen İsthmia Oyunları en bilinen sportif etkinliklerdi. Ancak bu oyunlar arasında Olimpia’daki din temelli sportif şenlikler, diğerleri arasında farklı bir konuma yükselerek dünya tarihinde önemli bir yer edinmiştir.
Panatenayik amfora, MÖ 480-460 (Vatikan Müzeleri, Roma) Disk atan sporcu heykeli
Olimpiyatların düzenlenme sebepleri
Klasik olimpiyatları sadece bir spor şöleni olarak görmek kısır bir bakış açısı olabilecektir. Zeus adına yapıldığı kabul gören yarışmalar zamanla, sürekli savaş halindeki Yunan site devletlerinin barış zamanındaki savaş manevraları olarak kabul edilmiş, savaşta başarı göstermesi beklenen gençliğin fiziksel gelişimi için bir araç olarak kullanılmıştır. Olimpiyatların, barışçı yapısıyla bölgede birlik kurma amacına hizmet etmesi, bir bakıma dinsel, sosyal ve kültürel kaynaşmanın fırsatı sayılmıştır.
Olimpiyatların başlangıcıyla ilgili kaynaklarda pek çok rivayet geçmektedir. Üzerinde en fazla durulan anlatıya göre, Elis Kralı Iphitos, Zeus’u onurlandırmak, sürekli savaşlar nedeniyle baş gösteren kıtlığın önüne geçmek ve Yunan site devletleri arasında barışı tesis etmek amacıyla olimpiyatları başlatmıştır. Dini motiflerinin yanı sıra, site devletlerini bir araya getirecek, askeri, ekonomik ve siyasi güce sahip olduğunu gösterme isteği de kendini hissettirmektedir. Oyunların nasıl başladığı ile ilgili bir başka efsaneye göre de, Tanrılar Tanrısı Zeus, dünyaya hükmetmek için babası Kronos ile güreşe tutuşur, güreşi kazanır ve zaferini kutlamak üzere tanrılar için Olimpia’da bir dizi yarış düzenler. Bazı çalışmalarda da, Zeus’un oğlu Herakles, olimpiyat oyunlarının kurucusu olarak anılır.
Kısaca, Olimpiyat Oyunları’nın temelinde Tanrı Zeus’a adanmışlık yer almaktadır. Kaldı ki bu oyunların ismi de Zeus ve diğer tanrıların yaşadığına inanılan, insan ayağının değemeyeceği yüce bir dağ olan Olimpia’dan gelmektedir.
Zeus Heykeli
Klasik olimpiyatlarda iki temel unsur ön plan çıkmaktadır. Bunlardan ilki Yunan felsefesinde yer alan ”arete” (güç), diğeri ise günümüz dünyasında da önemi her geçen gün anlaşılan sponsorluk kurumudur. Yunanlılarda olimpiyat şampiyonları adına katıldıkları kentlerle anılırdı. Elinde bir şampiyonu destekleyecek veya şampiyon olacağına inandığı bir genci koruyacak imkanı olan her kent, bu şampiyonların kendi kentleri adına yarışmaları için tüm imkanlarını kullanırdı. Bu şampiyonlar, kentlerinin bu cömert davranışlarını hak edebilmek amacıyla sporu bir meslek haline dönüştürmüşlerdir. Bu duruma göre, Eski Yunan’da hemen her şampiyon bir profesyoneldi ve geçimini spordan aldığı destek, yarışmalarda kazandıklarını hemen paraya çevirebildiği eşya ve mallardan gelen para ile sürdürebiliyordu.
Olimpiyat oyunlarına katılım
Oyunların en önemli özelliği “ekecheiria” adı verilen olimpiyat barışı geleneğini de beraberinde getirmesiydi. Buna göre, sürekli savaş halinde bulunan Yunan site devletleri, olimpiyatlara üç ay kala silah bırakır, özgür yurttaşları arasından en seçkin sporcuları seçer, Olimpia’ya gönderirdi. Olimpiyat Barışı, olimpiyatlar sona erdikten sonra da, sporcuların site devletlerine güvenlik içinde dönmelerine imkan verecek kadar uzatılırdı.
Kadınlar, yabancılar ve kölelerin yarışma dışında tutulduğu olimpiyatlara katılabilmek için hür, erkek ve Yunan vatandaşı olmak yeterliydi. Yarışmaya katılan sporculardan, hırsızlık ve cinayet gibi suçlara bulaşmadıklarına dair belge de isteniyordu. Oyunlar süresince, sporcuların katılım şartlarına uyup uymadıkları, belirtilen antrenman programına sadık kalıp kalmadıkları, yarışacakları kategoriler ve rakiplerinin belirlenmesi, hazır olmayanların yarış dışı bırakılması, kuralları ihlal edenlerin cezalandırılması ve şampiyonların ödüllendirilmesi gibi işler, “Hellanodik” denilen ve saygın Yunan vatandaşlarından seçilen hakemler tarafından yerine getiriliyordu.
Politik ya da dinsel herhangi bir nedenle olimpiyatlara katılmasına izin verilmeyen site devletinin vatandaşlarından hiç kimse oyunlara kabul edilmezdi. Erkeklerin çıplak olarak mücadele ettiği yarışmalara kadınların katılması ve izlemesi yasaktı. Bu yasağı ihlal eden kadınların cezası yüksek bir tepeden atılarak öldürülmekti. Bu yasak dışında tutulan tek kadın Demeter rahibesiydi. Bu ayrıcalığın sebebi; Olimpia’nın daha önce ana tanrıça(Hera) inanışının merkezi olduğu ve geleneğin bir şekilde devam ettirildiği şeklinde açıklanmaktadır.
Bu dinsel kökenli sportif ağırlıklı şenliklere ömürlerinde bir kez katılmak bölge halkları için çok önemliydi. “Ölmeden mutlaka bu oyunları görmelisin” anlayışı Yunan site devletlerinin tamamında geçerliydi. Yarışmacı, hakem ve seyirciler dışında, bu kutsal alandaki toplantının imkanlarından faydalanmak isteyen yönetici, hatip, bilgin, sanatçı, şair ve satıcılar için de Olimpia bir cazibe merkeziydi. Zamanla Olimpia, yeni yapılan mabetler, stadyum, hipodrom, konaklama mekanları ile kültürel ve ekonomik yaşamın merkezi oldu.
Olimpiyatlara o kadar önemli veriliyordu ki, imparatorlar oyunları güçlerini göstermek, prestijlerini artırmak için bir fırsat olarak görüyordu. Makedonya Kralı ve Büyük İskender’in babası II. Philip’i ve Roma İmparatoru Nero’nun olimpiyatlara yarıştığını kayıtlardan öğreniyoruz. Tabi ki birinci geldiklerini ya da ilan edildiklerini söylemeye gerek dahi yok.
Yarışma programı
Oyunlar kişisel yarışmalardan ibaretti, takım oyunu yoktu. Kaynaklar, İ.Ö. 776 olimpiyatlarında yalnızca tek yarış yapıldığını ve “Stadyum Yarışı” adı verilen bu 192 metrelik hız koşusunu da Olis’li Coroibos’un kazandığını belirtir. Dayanakları ise, ilk oyunlardan dokuz yüz yıl sonra Pausanias adında biri tarafından yazılan bir talimatnamedir.
Başlangıç dönemlerinde tek gün ve sadece koşulardan oluşan yarışmalara, boş zamanın artmasıyla birlikte, stadyum koşusu, cirit atma, koşu, uzun atlama ve güreşten oluşan beşli yarışmalar eklendi. Ardından boks, atlı araba yarışı, at yarışı ve pankrasyon sporları programa dahil edildi. Kaynaklar, başlangıcından 128 yıl sonra olimpiyatlardaki branşların tamamlandığını ortaya koymaktadır. Literatürde olimpiyat oyunları programının şu şekilde olduğu belirtilmektedir. Birinci gün sporcular ve hakemler kurallara uyacaklarına dair yemin ederlerdi. İkinci gün hipodromda binicilik yarışmaları yapılırdı. Öğleden sonra stadyumda disk atma, uzun atlama, cirit atma, koşu ve güreş etaplarından oluşan pentatlon yarışları düzenlenirdi. Üçüncü gün oyunların en önemli günü olarak kabul edilir, yüzlerce hayvan Zeus ve diğer tanrılar onuruna kurban edilirdi. Dördüncü gün stadyumda uzun mesafe yarışlar yapılırdı. Son gün başarılı olmuş atletlerin kutlanmasına ayrılırdı. Kapanış töreninde şampiyon sporcular kutsal zeytin ağacının yapraklarından yapılan taçlarla ödüllendirilir, ardından yönetici ve hakemler tarafından olimpiyat şampiyonları adına ziyafet verilirdi.
Yarışmalarda Ödül, Suç ve Ceza
Zafer kazanmanın Tanrının bir hediyesi olduğu inancı nedeniyle, şampiyon sporcular seçilmiş özel insanlar olarak görülürdü. O yılın oyunlarına şampiyonların adı verilirken ikincilerin adı dahi anılmazdı. Olimpia’da kazanılan zafer, antik dönemde erişilebilecek en büyük sportif başarıydı. Şampiyon atletler, dini ve sembolik değeri olan kutsal zeytin ağacından çelengin yanı sıra, zafer heykeli diktirmek, yaşam boyu ücretsiz beslenme, konaklama, kent yönetimi tarafından verilen hediyeler, sayısız onur ve ayrıcalıklara sahip olurdu. “Şampiyonlara sahip olan bir devletin kale duvarlarına ihtiyacı olmaz” anlayışıyla, şehrin kale duvarlarından sembolik bir bölümü yıkılarak, sporcu omuzlarda şehre sokulurdu. Zafer kazanan sporcu, yarı Tanrı gibi saygı görür, ülke yönetimine daha rahat girebilir, gençler ve çocuklar için örnek olarak gösterilir, yaşarken efsane durumuna gelirdi.
Oyunlardaki en ağır suçlar hile yapmak, şampiyonluğu rüşvetle satın almak olarak görülür ve ağır cezalar verilirdi. Bu sporculara, tüm masrafları kendilerince karşılanmak üzere, üzerinde cezalının adı ve kentinin kazındığı bronz bir Zeus heykeli yaptırtılır ve bu heykeller stadyuma gitmek için mecburen herkesin kullandığı yol üzerine yerleştirilirdi. Sporcunun o dönem için neredeyse bir servete mal olan cezayı karşılayamaması durumunda, masrafı site devletinin ödemesi gerekirdi. Bu uygulama ile kutsal alanda hile yapanların başta tanrılara karşı olmak üzere ahlaksız davranışı herkese teşhir edilir, mensubu olduğu site devleti de bu suçtan payını alırdı. Bu büyük ceza nedeniyle kurallara uymaya azami ölçüde dikkat edilirdi.
Olimpiyatların önemini yitirmesi ve sona ermesi
Antik olimpiyat oyunlarında yaşanan parlak dönemler zamanla, şampiyonluğun politik bir güç gösterisi ve imtiyaz kazanma yolu olarak görülmesi, Romalıların M.Ö. 2. yüzyılda Yunan yarımadasına hakim olmaları ile oyunları özünden uzaklaştırmaları, imparatorların yarışmalara girerek kendilerini şampiyon ilan etmeleri gibi sebeplerle gerilemeye başladı. Romalılar kendilerini zorla olimpiyatlara kabul ettirirken, barışçı amaçlarla düzenlenen bu spor şöleni de tek kelimeyle bir sirke dönüştü. Romalıların “ekmek ve sirk” yani halkın karnını doyur, eğlendir ve sorunlardan uzaklaştır anlayışıyla, sportif etkinlikler hayvanların da kullanıldığı vahşi gösterilere sahne oldu. Savaşan insanların bile dostça, barış içinde yarışabileceklerini göstermek, belki de barışı kurumlaştırmak için başlatılan, bu yüzden de insan yapısı kurumlar içinde dünya barışıyla özdeşliği en eskiye giden Antik Olimpiyatlar’ın kapısına kilit vurmak, İ.S. 393 yılında Milano’dan Olimpia için ferman çıkaran İstanbul’da oturan Roma İmparatoru I.Theodosius’a düştü.
Theodosius’un, çok tanrılı din uygulaması olarak gördüğü olimpiyat oyunları, Katolik Kilisesi’nin önde gelen ismi Quintus Septimius Florens Tertullianus’un “Palaistrica diaboli negatium” (Vücut temrinleri şeytan işidir) şeklindeki fetvasına da dayanarak yasakladı. Ve bu büyük spor organizasyonu, 1503 yıl unutulmaya yüz tuttu. Tabi ki bu yasaklamanın ardında pagan inancının izlerini silme düşüncesi ve beden öncelikli bir dini anlayıştan, bedenin ne kadar ihmal edilirse, ruhun kuvvetleneceği inancının da etkisi oldukça fazla idi. Unutulmuşluk devri olarak belirtilen 1503 yıllık bu uzun aranın ardından Fransız Baron Pierre De Coubertin’in çabaları sonucu 1896 yılında Atina’da tekrar yapılmaya başlandı, Günümüze kadar dünya savaşlarıyla kesintiye uğrasa da, boykotlara, ölümlere, protestolara sahne olsa da, varlığını ve etkisini artırarak devam ettirdi.
Yararlanılan Kaynaklar:
Alpman, C.(2001). Eğitimin Bütünlüğü İçinde Beden Eğitimi ve Çağlar Boyunca Gelişimi Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü Spor Eğitimi Dairesi Başkanlığı Yayını, Ankara.
Dever, A.(2010). Spor Sosyolojisi-Tarihsel ve Güncel Boyutlarıyla Spor ve Toplum, İstanbul.
Fişek, K.(1985). 100 Soruda Türkiye Spor Tarihi, Gerçek Yayınevi, İstanbul.
Karaküçük, S.(1989). Tarihi ve Politik Yönden Olimpiyat Oyunları, Ankara.
Koryürek C.(2003). Olimpiyadlar-Eski Olimpiyadlar, Modern Olimpiyadlar, Türklerde Olimpiyadlar, İstanbul.
Üstel, L. C.(2005). Atina’dan Atina’ya-1896-2004, Morpa Kültür Yayınları, İstanbul.
Yıldıran, İ.(2014). Antikiteden Moderniteye Olimpiyat Oyunları: İdealler ve Gerçekler, Hece (Batı medeniyeti Özel Sayısı), 18 (210-212): 555-570.
https://www.olimpiyatkomitesi.org.tr/Detay/Olimpiyatlar/Olimpiyat-Oyunlari-Tarihi/44/1 Erişim Tarihi 12.03.2021.
İletişim Bilgileri:
e-mail : erolilhan06@gmail.com
erol.ilhan@hbv.edu.tr
Istagram: erolilhan06
Twitter @erolilhan06
Facebook erol ilhan