“Oynar gibi yaşamalı, oyunlar oynamalı, şarkı söylemeli, dans etmeli böylece Tanrıların gönlü alınmış olur ve insan kendini düşmanlarına karşı savunur, yarışma kazanır”. Platon-Yasalar

Günümüzde spor daha doğrusu futbol gündemi o kadar derinlikten yoksun tartışmalarla dolu ki, sporun temeli olan oyun kavramı neredeyse unutulmuş durumda. 
Hollandalı kültür tarihçisi Johan Huizinga’nın “Homo Ludens”(Oyun Oynayan İnsan), Yücel Dursun’un “Oyunun Ontolojisi” ve Metin And’ın “Oyun ve Bügü” kitaplarını incelediğimizde, “oyun”un  kapsamı, kökenleri, kültür ile ilişkisi ve toplumsal işlevlerini daha iyi anlayabiliyoruz. Ayrıca günümüzde oyun olgusunun içinin nasıl boşaltıldığını, kadük kaldığını ve kapitalizmin gelişmesiyle nasıl çöküşe geçtiğine de şahit oluyoruz. 

Huizinga, oyunun ne kadar derinlikli bir kavram olduğunu klasikleşen Homo Ludens(oyun oynayan insan) adlı kitabında gözler önüne seriyor. Tarihi ve kültürü oyun ile temellendirerek, kültürün oyun öğelerini nasıl taşıdığını örnekleriyle ortaya koyuyor. Oyunun kültürden önce var olduğunu hatta insandan önce de hayvanların oyun oynadığını, oyunu insanın ortaya çıkarmadığını ifade ediyor. Kültürün ve uygarlığın başlangıcından bu yana, oyunun belirleyici olduğu vurgusunu yapıyor. İş, ritüel, din, hukuk, bilgelik, şiir, tarih gibi önemli olguların yanında geri planda bırakılan oyunun aslında kültürü ve toplumsal yaşamı nasıl belirlediği üzerinde duruyor. Uygarlıklarda oyun ve yarışmanın önemini ortaya koyduktan sonra, hukukta, bilgide, şiirde, felsefede, sanatta oyunun yerini hatta bu olgularla eşanlama geldiğini çalışma boyunca göstermeye çalışıyor. 

Huizinga’ya göre oyun, belli bir zaman ve mekan sınırları içinde geçer. Oyun günlük yaşamdan kendine özgü yer ve süreyle ayrılır. Oyun bir ritüel gibi süreklilik gösterir. Başladığı gibi belli bir zaman sonra biter. Sonrasında tekrar yinelenir. Yalnızca süre açısından değil mekan açısından da sınırlandırılmıştır. Alan, oyunun özelliklerine ve oyun kurallarına göre belirlenmiştir. Oyun yeri; oyun masası, tapınak, arena, içinde kanlı dövüşlerin olduğu stadyumlar, sahne, futbol sahası, tahta(satranç), okul bahçesi ya da zihinsel olabilir. Bu bölgeler bir bakıma yasak alanlardır. Oyun alanına belli kurallar dahilinde girilir. İçeride de belli kurallar geçerlidir(Oyuna sonradan girilmez, topu dışarı atan getirir, oyunbozan oyundan atılır, oyunda olmayanların müdahalesi ve hile yapmak hoş karşılanmaz). Oyun alanının kendine ait bir düzeni vardır. Bu düzen tektir ve bozulamaz. Oyun sahası, oyunu oyun olmayandan kesin çizgilerle ayırır. Dursun’a(2014) göre tüm oyunlar, oyunun hareket ve kurallarını barındırdıkları “sihirli bir dünyaya” sahiptir. Bu sihirli dünyada oyun, belli bir zaman içerisinde başlar ve biter. Oyun bittiğinde, oyuncular kıyafetlerini çıkarır, seyirciler evine gider. Günümüzde ise oyun daha doğrusu endüstrileşen spor/futbol hiç sonlanmamakta ve hakiki bir oyun olmaktan çıkmaktadır. Haftanın her günü futbol karşılaşmaları ve programları devam etmekte, ticarileşme futbol oyununu hiç bitirmemektedir. 

Her oyunun amacı kendi içindedir. Bir gerilim ve sevinç duygusunun iç içe olduğu,  gündelik hayattan farklı bir bilincin eşlik ettiği, gönüllü bir etkinlik ya da uğraşıdır. Açıklamaya daha ayrıntılı baktığımızda oyunun gerilimli yönünün, oyunu “ciddiyet” kavramı ile ilişkilendirdiğini, buna karşın sevinç ya da haz ile ilgili yönünün ise “ciddi olmayan” ile ilişkilendirildiğini söyleyebiliriz. Oyun ciddi bir iştir. Oyun oynayan çocukları gözlemlediğimizde bunu net bir şekilde görürüz. Oyun dünyalarına müdahale ettiğimizde, sert bir tepkiyle karşılaşırız. Potaya basket atmaya çalışan ya da penaltı kullanan çocuk ciddi bir iş yapıyordur. Çünkü topu potaya girdirmeye ya da penaltı atmaya çalışmak bir gerilim oluşturur. Gerilim ile oynanan oyun kendiliğinden “ciddi” bir iştir. Buna karşın oynayanın sevinç ve haz duyguları oyunun eğlenceli tarafını da ortaya çıkarır. Bu açıdan bakıldığında oyun eğlenceli ya da ciddi olmayanı içermekte veya kendi ciddiliği, ciddi olmayan ile birlikte işlemektedir(Huizinga, 2000: 27-28).

Doğa bize oyunu heyecan, gerilim, neşe ve matraklıkla birlikte vermiştir. Ciddi oynanan oyun aynı zamanda neşeli ve eğlenceli bir oyundur. Huizinga’ya göre oyun, bildik, olağan ya da asıl hayatın dışında yer almaktadır. Oyun her türlü maddi çıkar ve yarardan arındırılmış bir eylemdir. Oyun gündelik olanı kesintiye uğratır. Gündelik ve alışıldık olanın karşısında istisna olarak yer alır. Oyunbozan ise oyunu bozarak bu istisnayı da kesintiye uğratır. Oyunun sihrini bozar ve gündelik hayata tekrar geçilir. 

Oyun, isteğe bağlı gönüllü bir eylemdir. Ismarlama ve zor karşısında oynanan oyun,  oyun değil, onun zoraki benzerliğidir. Oyuna gönüllü bir coşkuyla, zorlama olmadan girildiğinde oyun gerçek anlamını bulur.  Aynı zamanda, esnek ve özgür yapısı ile bireyin yeni koşullara daha kolay uyum sağlamasını, hayatın sıkıntılarına karşı daha dirençli olmasını, zorluklara yaratıcı çözüm üretmesini sağlayabilir. Oyun çocuğun yeteneklerini keşfetmesi, diğerleri ile kendisini karşılaştırabilmesi ve sınırlarını belirleyebilmesi için önemli bir araçtır.

Oyunun bir diğer niteliği onun özgürlüğü ile ilgilidir. Çocuk, günlük yaşamdan farklı olarak kendi dünyasını kurabilir, gerçek yaşamdan geçici olarak soyutlanarak oyun dünyası içine girer. Çocuk oyun oynarken gerçek yaşamın dışında olduğunun ve rol yaptığının bilincindedir. Günlük yaşamdan farklı olarak bir takım maddi kazanç ve çıkarların elde edilmesi söz konusu değildir. Oyun, günlük yaşama kısa bir ara, dinlenme ve onu renklendiren bir mefhumdur. 
Oyun, gerilim, denge, denklik, karşıtlık, çeşitlenme, çözülme, karar gibi öğeleri içerir. Oyunun büyüleyici etkisinde kaybolursunuz. Yaşam enerjiniz çoğalır. Oyun dışında kalırsanız mutsuz olursunuz. Oyunun sihrinde ahenk vardır. Oyunda gerilim önemli bir yere sahiptir. Belirsizlik ve onun neden olduğu gerilim oyun ilerledikçe giderek rastlantıya dayanmaktan çıkar. Belli bir sonuca ulaşmak onu elde etmek için bir mücadele gerekir. Topu yakalamaya çalışan çocuk, oyuncağa ulaşmaya çalışan bebek, yün yumağını pençesiyle yoklayan kedi yavrusu, topa raketle vurmaya çalışan çocuk, topu potadan geçirmeye çalışan genç, bir gerilimi sona erdirmek, amaca ulaşmak için uğraşır. Dart ile hedefi vurma, iskambilde niyet açma, bulmaca çözme, puzzle yapma gibi tek başına oynanan oyunlarda da her zaman gerilim görülür. Oyunda yarışma niteliği arttıkça gerilim de çoğalır(Mendil kapmaca, maç yapma vb.). Spor karşılaşmaları ve şans oyunlarında bu gerilim en üst noktaya çıkar. 

And’a (2003) göre; oyun oynayan kişi bir takım değer yargıları ile oyuna bağlıdır. Cesaret, direnç, karar verme, sorun çözme becerilerinin yanı sıra en önemlisi oyun kurallarına tüm kazanma isteğine karşın uymak zorundadır. Kurallar bozulunca bütün oyun çöker, biter. Ancak, modern zamanlar oyunun öneminin azalmasına neden olmuştur. Siyaset, savaş, ekonomi ve ahlakilik etkisiyle oyun, sahip olduğu kendiliğindelik, sadelikten uzaklaşmış, neşe gibi vazgeçilmez niteliklerini kaybederek neredeyse çökmüştür. Oyunun çöküşü, ticarileşme, profesyonelleşme ve sporun politize olmasıyla hızlanmıştır. Oyunun yozlaşmasında müsabakalar, yarışmalar, katı kurallar, ticarileşme, oyunun gerçek karakterinden uzaklaşması etkilidir. Müsabaka tarzlı kurallı oyunlar profesyonelleşmeye, muazzam bir teknikleşmeye ve sıkı kurallara yol açmaktadır. Dursun’un(2014) ortaya koyduğu gibi, profesyonelleşme ve ticarileşme gibi etmenlerle gelinen bu noktada oyun ortadan kalkmasa da yozlaşmaktadır. Oyunun ayırıcı özelliği olarak görülen zevki, neşesi ve çıkarsızlığı, yarar gözetmezliği yok olmakta; sonrasında da oyun, oyun olmayana doğru kaymaktadır.

İletişim Bilgileri:
e-mail: erolilhan06@gmail.com 
erol.ilhan@hbv.edu.tr
Istagram: erolilhan06
Twitter: @erolilhan06
Facebook: Erol ilhan
Adres: Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi, İletişim Fakültesi Emniyet Mahallesi 
Abant Sokak No:10/2 Yenimahalle/Ankara